İSMİ HER HAFTA DEĞİŞEN TEYZE



Belediye, bir buçuk sene kadar önce, sokağımızı yeniden yaptı. Bu sokak, neredeyse, cadde kıvamında genişliğe sahip, ortasından ağaçların bulunduğu yüksek bir bölümle ayrılan, bu yüksek bölmenin bir tarafından geliş, diğerinden gidişe izin verilen bir sokak. Evimin penceresinden de, bu kocaman kocaman ağaçların dallarını , yapraklarını, yeşilini, çiçeğini, sarısını takip edebiliyorum; perdelerim neredeyse hiç kapanmıyor. Belediye bu bölüme, yürüyüş yolu yaptı. İki uca da aletler koydu ki, sağımız solumuz azıcık hareket etsin; spor yapılsın. Kaldırımlar da yükseltildi; demirden babalar kondu ki, araçlar kaldırıma park edip yayaları engellemesinler. Buraya kadar güzel; kulağa da göze de hoş geliyor. Ama, tabii, hayat kağıt üstünde planlandığı gibi değil. Plana göre ihtiyaç oluşmaz ki; ihtiyaca göre plan yapılması lazım.

Ayrıca, büyük hasta kapasitesi nedeniyle, zaten mahalle içinde bir sokakta yapılmasına izin verilmemiş olması gereken, ama buna rağmen faaliyetine izin verilen büyük bir özel hastanenin de, sokak trafiğine hatırı sayılır katkısı var. Daha önce, maalesef kaldırıma çıkarak, yerden kazanılsın diye araçlar çapraz park edilirdi. Bu da can sıkıcıydı elbet ama,  yayanın geçişini terbiyesizce engellemediği müddetçe bir gerginlik meselesi değildi. Artık bu imkan olmadığı için, herkes evine dönmeye çalıştığında, sokağı baştan sona en az üç dört defa turlayarak, boş yer bulmaya çalışıyor. İlla ki evinin önünde yer bulmak diye bir konu elbette yok; bu bir lüks. Yani, araç sahipleri, “körün istediği bir göz”e çoktan razı. Tesadüf böyle bir yer bulursanız, piyango çıkmış gibi seviniyor ve evinize yakın bir yere park edebildiğiniz için kendinizi şanslı hissediyorsunuz.  İlk günler biraz itiş kakış oldu; kendi apartmanlarının önüne dubalar koyarak yer kapmaya çalışan uyanıklar da, bunun bir fayda etmeyeceğini gördüler. Artık herkes bu açıdan eşit; öyle evimin önü falan yok;  hiç kimse diğerinden üstün değil; kim nereyi boş bulursa arabasını oraya koymak zorunda; çünkü boş yer yok.

Bir yer hariç. Sokağın karşısındaki apartmanda, ikinci katta oturan yaşlı teyze, evinin önündeki tek arabalık park yerini sabah dokuzdan akşam beşe kadar kahramanca koruyor. Sabah dokuzda çıkıyor balkona. Hangi kendini bilmez, o boş yere göz koyup, sevinerek arabasını park etmeye çalışsa, Şadıman teyzenin bağırışlarıyla kendine geliyor: “ orası benim yerim..” “Nasıl yani, sokakta park yeri yok; burası boş ama” sözleri ile derdini anlatmaya çalışan araç sahibi, başka bir vicdan muhasebesi ile karşılaşıyor. “ E bizim de arabamız var, o gelince ne olacak?”  Haddini aşıp, “ e benim işim kısa zaten, çıkacağım en fazla şu kadar sonra..” diye kuzu kuzu dert anlatmaya çalışanlara da, resti çekiyor. “Benim problemim değil; git başka yer bul” Hoppala, çattık diye düşünüp, çaktırmadan ufak ufak arabanızdan uzaklaşıyorsanız eğer, son darbe geliyor “Hayvan!!!” Normalde bu hitaptan sonra kavga çıkar. Ama, Adviye teyze cidden yaşlı. Arabalarını kaderin cilvesi sonucu bu boşluğa bırakmaya yeltenen insanlar, kendilerine “Hayvan” diye bağırılmasından sonra, derin bir nefes alıp, bir “fesuphanallah “ çekiyorlar. Kimsenin sinirlenip karşılık verdiğini, bağırdığını, kabalaştığını duymadım. Karşılarındaki hem kadın hem de yaşlı; şikayet etsen edemezsin, kavga etsen edemezsin; arabayı orada bırakıp gitsen, Sevdiye teyzemin arabayı çizip, tekerlekleri patlatmayacağı ne malum.. İçlerinden neler diyorlardır tahmin edebiliyorum ama, dişlerini öyle bir sıkıyorlar ki, dışarıya hiçbir ters söz sızmıyor. En fazla biraz daha direnip, daha fazla kendilerine “hayvan” denmesine katlanamayacaklarından ve en önemlisi tüm olanları kadının yaşına verdikleri için,  çekip gidiyorlar. Böylece, o yer boş kalıyor. Akşama kadar bu şekilde belki beş savunması oluyor  Nevriye teyzemin. Her defasında kazanan o oluyor.

Bu bağırışlara her şahit oluşumda, - tüm sokaktan duyuluyor zaten- onu haklı çıkartmaya çalışıyorum. Sokağımızda otursun, oturmasın, mecburiyetten gelip, o tek boş yere park etmeye çalışan hiç tanımadığı insanlara , mütemadiyen “Hayvan, hayvansın sen, hayvan” diye bağırmasına, bana bağırılıyormuş gibi kızmama, içerlememe rağmen, onu haklı çıkartmaya çalışıyorum. Birkaç kez bu bahsettiğim yürüyüş yolunda rastladım kendisine; hep kızgın Cevriye teyze. Ağzının kenarları aşağıya doğru çekik ve kaşları hep çatık. Çok kızgın bakıyor ve böyle olmasının bir sebebi olmalı. Eşi sağ mı; çocukları var mı; emin değilim. Kimseye de gidip soracak değilim. 

Yukarıda, eğer okumaya takatiniz olduysa, her defasında farklı isim verdim. Dikkatsizlikten, kafa karışıklığından değil. Bu teyzenin adını her hafta ben koyup, ben değiştiriyorum.  Bir türlü kalıcı isim yakıştıramadım. Olmadı, oturmadı bir türlü.

Sokaktaki bu iki metrelik boşluğu, evinin salonuna yabancılar gelmiş de işgal etmişçesine savunmasını, savaşmasını, ve bunu yılmadan usanmadan, bir tekine bile hoşgörü göstermeden her gün en az üç beş kere yapmasını , bundan yorulmamasını anlamaya çalışıyorum. Muhtemelen, gerçek yaşantısı ile hiçbir ilgisi yok, ama kafamda oluşturduğum durum, onun bu mücadelesini anlayabilmeme yardımcı oluyor.  Otuzlu kırklı yaşlarda, bir ya da iki çocuğu var bence Nedamet teyzenin; belki de torunları. Bu evlatların, teyzeye ne zaman gelip gidecekleri, ne zaman ziyaret edecekleri her zaman belli olmuyor. Bazen akşam iş çıkışı gelebiliyorlar, bazen öğleden sonra.. Mesela, hafta sonları hiç gelemeyebiliyorlar; ama son dakika karar değiştirip bir uğrayalım da diyebiliyorlar. İsmi her hafta değişen teyze, hep çocuklarını bekliyor. Ve onlar gelirlerse eğer, ne zaman gelecekleri belli olmadığından,  her daim evin önüne rahatça park edebilsinler, diğer insanların yaşadığı sıkıntıyı gerginliği yaşamasınlar diye, o yeri sürekli boş tutmaya çalışıyor. Oraya başka bir araç park ederse, benim çocuğum dört döner, arabasını nerelere koyar; sıkıntı çeker, vakit kaybeder, işi uzar;  elbette anasının evinin önüne park edecek ve ben ona bu rahatlığı sağlamalıyım, diye düşünüyor. Canla başla; küfür kıyametle , çocuğu için mücadele ediyor yani.

Belki de böyledir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder